DENİZCİ

Şapkasını çıkardı, boy aynasının karşısına geçip, kaslı kollarındaki gemici dövmelerini inceledi bir süre… Sonra güneşten kavrulmuş tenine baktı.
Gülümsedi, yarın ki yolculuğu düşündükçe içi içine sığmıyordu. Hayatında ilk defa profesyonel kaptanlarla aynı gemide bulunacak ve onlara ziyafet verecekti.
Nusaybin; Arabistan’dan, Yunanistan’a köle olarak gelmiş, onu işinin ehli bir kaptan satın almıştı. O günden bugüne aynı gemide çalışmış fakat aşırı diktatör kaptanı yüzünden kaptanlık adına bir şeyler kavrayamamıştı bunca yıl. ama o hayalinden vazgeçmiyordu ve bir gün geminin rotasına geçme arzusuyla yanıp tutuşuyordu.
Kafasında yarını sorgularken, uykuya daldı…
Sabah martı sesleri ve okyanusun şırıltısıyla uyandı, yola erken çıkmaları gerekiyordu, içindeki sevinç gözlerine yansımış olacak ki! Gözlerinin içi çocuk gibi ışıl ışıl parlıyordu.
Gemiye vardığında, suratsız kaptanı on beş dakika geciktiğini, bugün önemli bir ziyafeti olduğunu unutmaması gerektiğini hatırlatmıştı ona.
Nusaybin aldırış etmeden temizliğe koyuldu, her yer pırıl pırıl parlamıştı, ziyafet masası özel aşçılar eşliğinde donatılmış, sadece kuş sütü eksikti…
Kaptanlar yavaştan gelmeye başlamıştı, Nusaybin her gelen kaptana umutla bakıyor, onlarla birkaç kelime etmeyi, kaptanlık ve gemi kullanımı hakkında bilgi almayı umuyordu.
Gemi; saat dokuz civarı iskeleden hareket etti. Mavilikleri yara yara buzda kayan bir su damlası gibi hızla ilerliyordu, bu sırada ziyafet başlamış, kaptanların sohbetleri arasından kahkahalar yükseliyordu. Kimi; özlediği ailesini anarken, bekâr olanlar ise; kaç kadınla birlikte olduklarını, hangi ırktan kadınların daha güzel seks yaptığını konuşuyorlardı.
Nusaybin seks nedir bilmezdi, onun ülkesinde bu zina ya girerdi. Ve cezası ağırdı. Bir an hayatında bir kadının olmayışı onu sarstı.
Muhabbetten çekti kulaklarını, geminin diğer ucuna gidip sigarasını yaktı, kendine bir bardak şarap koydu.
Ve ufukta bir çizgiye takıldı gözü, oraya doğru üfledi dumanını…
Akşamüstüne doğru gözetleme kulesine çıkıp etrafta bir şeyler var mı yok mu diye kontrol etti. Etraf sessiz, deniz sakin, hava açıktı.
İçinden “anlaşılan bu gece yine yıldızlarla baş baş’ayım” dedi. Nusaybin yıldızlarla konuşmayı ve onları izleyerek şarkı söylemeyi çok severdi.
Gecesi sabaha kadar içip, şarkı mırıldanmakla ve hafif gözyaşı dökmekle geçti.
Ertesi sabah, uyandığında bütün kaptanlar feneri söndürmüş, yenilen içilen sofranın yerinde bir çöplük görüntüsü kalmıştı.
Her yanda şarap kadehleri, boş şişeler ve yemek artıkları bulunmaktaydı.
Nusaybin, öğlene kadar temizliği bitirmişti, asık suratlı kaptan kamaradan çıkıp, güvertede tur atmaya başladı ve “aferin harika bir iş çıkarmışsın” diyerek, sözde onu ödüllendirmişti.
Nusaybin; kaptanın arkasından, “umarım bir gün köpekbalıklarına yem olursun” diye lanet etti.
Kaptanlar yavaş yavaş kalkmaya başlamıştı. Gözünü açan yemek masasına oturup servis beklemeye başladı.
Nusaybin bu sırada, öğlen yemeğini hazır etmiş, fakat saat dörde geldiği için yemekleri tekrardan ısıtmıştı. Yemekte; somon çorbası ve orkinos kızartması vardı.
Uyku mahmuru kaptanlarımız kazınan midelerini doldururken, birden hayali geldi aklına Nusaybin in…
O an da kamaraya çıkıp, rotaya geçmek ve istediği yöne sürmek istedi gemiyi…
Ama çok geçmeden kaptanının sert ve gıcırtılı sesi kendisine gelmesine yardımcı oldu.
Yavaş yavaş gündüz kendini gece ye teslim ediyordu. Kaptanlar yanlarında getirdikleri;
Şarapları ve votkaları çıkardılar. Çünkü ziyafet gecesinde geminin kaptanının tüm alkolü tükenmişti. Çok vakit geçmemişti ki; Nusaybin havada bir koku aldı, bu koku bir fırtına nın habercisiydi…
Hemen kaptanını uyardı.”efendim; bir fırtına yaklaşıyor” dedi. kafayı bulan kaptan. Hadi Nusaybin yalan tahminde bulunup da keyfimi kaçırma, biliyorsun ki daha önceleri de söylediğin tahminlerin hiçbiri tutmadı” dedi.
“ama efendim….” Demesine kalmadı, eliyle lafını kesti.
Öfkelenen Nusaybin, hızla kaptanın yanından ayrılıp, geminin arka kısmına geçti, okkalı bir küfür salladı.
Ama kendisi de ürkmüştü bu havadan…
Dışarıdan bakıldığında hiç bir şey sezilmiyordu, hava günlük güneşlikti ve deniz oldukça sakindi.


___________ . ____________
Denizin milyonlarca metre derinliğinde, poseiodon uykusundan koyu pis bir maddenin kokusuyla uyandı.
“petrol” dedi içinden. Öfkelenmişti.
Hemen sekiz Sirenia kızının yaşadığı “Sirenias” adasına gidip, onlara durumu anlattı. Onlar da babalarının öfkesini yerinde buldular, bir ritual hazırlayacaklardı. Ayrıca karınları da oldukça açtı. Bu insanlar çıkardıkları fırtına da ağlarına düşerse, onlar için de bir ziyafet gecesi olacaktı.
Bu sirenalar yılın sadece bir günü beslenirdi. Eğer o yıl beslenemeyen bir sirena olursa açlıktan ölür ve kaderine terk edilirdi.
Herkes ellerine müzik aletlerini alıp, ada nın etrafında halka oluşturdular. Yedi sirena çalıyor, biri ise;  akıl kaçırtacak denli kışkırtıcı ve sihirli bir sesle şarkı söylüyordu.
Bu sesi duyan Nusaybin; ilk başta ne olduğunu çözemedi. Kaptana gidip bir ses duyduğunu, bu sesin çok güzel bir müzik olduğunu söylese de, sarhoş kaptan, kendisinin hiçbir ses duymadığını ve okyanusun ortasında sadece balinaların ya da martıların seslerini duyabileceğini söyledi.
Ayini başlatan Poseidon, çatalını bir yukarı bir de denizin tabanına vurdu.
Birdenbire; önce karabulutlar hâkim oldu gökyüzüne, sonra soğuk bir rüzgâr esmeye başladı…
Kaptan, gökyüzüne bakarak yağmur yağacak demesine kalmadı, yağmur başladı. Havadaki koyu bulutlar kaptanı da korkutmuştu. Daha önce hiç bu denli siyah bulut görmemişti. Ama o bunun nedenini sarhoşluğuna bağlıyordu.
Derken, gökyüzünde bembeyaz bir ışık çaktı tüm gürültüsüyle, okyanus harekete geçmişti. Gemi bir o yana bir bu yana sallanıyordu.
Nusaybin fırtınanın geleceğini bildiği için hemen geminin kamarasına koştu, kaptan fena halde sarhoştu.
Aceleyle birkaç düğmeye basmayı denese de dümenin kilitlenmesi, onun umutlarını tamamen yitirmesine sebep oldu.
Poseidon, çatalını tekrar yere vurdu ve denizin orta yerinde dev bir girdap açıldı. Kaptan gördükleri karşısında dili tutulmuş gibiydi, diğer kaptanlarsa canlarını kurtarmanın derdinde, bir aşağı bir yukarı koşuşturmaktaydılar, alkolün etkisiyle hepsi olduğu yere kusarken, gemi girdabın içine kaymaya başladı.
Girdap gitgide daha da hızlanıyordu.
Nusaybin yine o şarkıyı duymuştu, o telaşla yakınlarına baktıysa da bir şey göremedi. Büyük bir canavar ağzına benzeyen girdap gemiyi bir lokma da yuttu.

__________________________________===______________________________________

Uyandıklarında, yarı çıplaklardı.
Hayatlarında daha önce hiç görmedikleri kadar güzel ve hoş kokan çiçeklerle kaplı bir adada buldular kendilerini, sağlarına batkılarında küçük küçük göletlerde altın rengi balıklar, gümüş rengi denizyıldızları gördüler. Sollarındaysa şarap akan bir şelale vardı.
Sirenalardan biri; önlerindeki dev kayada oturmaktaydı, kıza baktıklarında, üst tarafı bir bayan sureti, altı ise balık yüzgeciydi. Çıplak göğüsleri, kömür karası gözleri ve o kızgın güneşe rağmen bembeyaz tenleri, her erkeğin aklını başından alabilirdi.
Ardından denizden 7 sirena daha çıktı ve kaya nın üzerine oturdular.
Kızları gören kaptanlar, istavroz çıkararak dua ettiler.
Kızlardan biri;”evet beyler, davetimizi kabul edip geldiğiniz için sizlere minnet borçluyum” dedi.
Kaptanlar hala, şok içindeydiler.
Sirenalardan biri,“Hadi ama beyler, davetin tadını çıkarın, istediğiniz kadar yiyip için” dedi.
Açlıktan ve aşırı alkolden midesi dönen kaptanlar, daha önce hiç görmediği bu lezzetli yiyeceklerden yemeye başladılar.
Çok geçmeden, hepsinde baş gösteren uyku sonları olacaktı, hepsinin uyumasını bekleyen sirenalar, dolunayla birlikte harekete geçtiler ve 6 kaptanı da öldürüp, kemiklerine varıncaya kadar yediler, kanlarını içtiler.
Fakat bir gariplik vardı. Nusaybin hala yaşıyordu. Gözlerini açtığında, Sirenalardan birinin ona hayranlıkla baktığını gördü,  ürktüğünü gören sirena geri çekildi ve ona “kimsin?” diye sordu. Nusaybin ise; hala şaşırmış ve korkmuş bir ifadeyle, sireana ya “asıl siz kimsiniz? İn misiniz cin misiniz” diye sordu.
Sirena kendisinin ve kız kardeşlerinin öyküsünü anlatmaya koyuldu ama yılda bir insan eti ve kanıyla beslendiklerini, beslenmezlerse öleceklerini söylememişti, onu korkutmaktan kaçınıyordu. Sohbet çok tatlı bir hal almıştı. Nusaybin birden kaptanların nerede olduğunu sordu.
Sirena ise; ada da kız kardeşleriyle birlikte gezintiye çıktıklarını söyledi. Aslında gerçeği söylemek istese de bir şeyler ona engel olmuş, gerçeği dile getirememişti.
Nusaybin; sohbetin ardından tekrar sessizleşmişti.
Ama bir de bu tatlı sohbetin davetsiz bir casusun vardı. Bu ada nın en hin, en kötü sirenasıydı…
Çalılıkların arasından Nusaybin’ in yaşadığını görünce, gözleri dönmüştü. Bir el işaretiyle zamanı durdurup, diğer sirena  nın yanına gitti.
“neden yemedin onu” diye sordu.
O ise; “sanırım ben ona aşık oldum” deyince, kötü siren anın şuh kahkahası yankılandı ada da…
Bunu duyan diğer sirena lar hemen oraya üşüştüler.
“duydunuz mu? Bizim küçük kızımız aşık olmuş” dedi diğer sirenalara…
Diğer sirenalar da kahkahalara boğulduktan sonra, kötü sirena; “onu bunu bilmem küçük kız, eğer beslenmezsen ölürsün bunu aklından çıkarma” diyerek o ve diğerleri oradan uzaklaştılar.
Sirenia nın gözünde biriken yaşlar, çıplak göğüslerine damlıyordu, kendine gelen Nusaybin;
Ne olduğunu, hatırlamadığını ve neden ağladığını sordu. Sirenia gözlerini silerek “boş ver” dedi.
Sirenia nın içine aşk oturmuştu, kalbi acıyordu. O an düşündü faniler bu yüzden mi ölüyor diye gökyüzüne bakarak iç geçirdi.
Ve eline müzik aletini alıp, şarkı söylemeye başladı… sesi öyle güzeldi ki, balıklar dahi denizden başlarını çıkarıp sirenia  yı dinlediler.
Şarkı nın sözleri şöyleydi;

Ben bir yarı tanrıydım,
Bir faniye âşık oldum.
Ölümse, beni onunla birleştirecek,
Ben de ölebilirim.
Belki de bu okyanusu terk edebilirim.
Onunla yıldızlara gidebilirim,

Gökyüzünde ki sarı dolunay,
Kalbim çok acıyor, yaramı sar…

Şarkı bittiğinde Nusaybin de ağlamaya başlamıştı, sonra göz göze geldiler, önce elleri sonra ise; dudakları birleşti. Kayıtsız bir kabullenişti bu…
Ve ikisi de o gece aşk ın her şeyden üstün olduğunu öğrendi.
Sirenia nın karnı acıkmaya başlamıştı, git gide enerji kaybediyor ve sürekli Nusaybin’in bedenine karşı konulmaz bir istek duyuyordu. Ama onu yiyemezdi, çünkü onu çok seviyordu.
Her defasında kendini tutuyor, günden güne eriyip gidiyordu.
Bu değişikliği fark eden Nusaybin; telaşa kapıldı. Ona bir şey olacak diye korkmaya başladı.
Sirenia tüm gücünü toplayıp ona gerçekleri teker teker anlatmaya başladı.
Kaptanların başına gelenleri duyunca şok geçiren Nusaybin, korkmaya bir çocuk gibi ağlamaya başladı. Gerçeği öğrenen Nusaybin; çıkar yolu olmadığını anlayınca, sirenia  nın önünde diz çökerek, ona teslim oldu.
Ama o; tüm sancılarına rağmen, kendine karşı koyuyordu.
Zar zor toparlanan sirenia “ buradan hemen gitmelisin, sana birazdan bir kayıkçı çağıracağım ve gece olurken yola çıkacaksın, buranın yolunu unut ve benden kimseye bahsetme…” dedi.
“Ama sen” demesine kalmadı ki; sirenia ellerini Nusaybin in dudaklarına götürdü.
Kısık bir sesle “lütfen” dedi.
Kayıkçı geldiği sırada bir yandan kayığa biniyor, bir yandan sirenia ya bakıyordu. Göz yaşları içiersinde adadan ayrılan Nusaybin günbatımının karanlığına karışırken, sirenia ise yattığı kayalık üzerinde erimeye başlamıştı bile, eridi… eridi… ve  bedeni küle dönüştü.
Rüzgar külleri denize karıştırırken, Nusaybin in kayığı çoktan ufukta gözden kaybolmuştu.

NOT: aşkın hala masallarda olduğuna inanan fanilerin bir gün kendi sirenia larını bulmaları dileğiyle…


Ümit MANAY

Copyright © 2012 Ümit Manay | buradan yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır. ツ | Tasarım: Urangkurai