Seyyah (Yeni kitap "Yitik Ayetler"den Örnek)

SEYYAH

Bir seyyah tanıdım,
Altı yerinde bilinmemiş kıtalar
Bu ninni, bu uyku
Esir gözkapakları bir “yum” demeye
Dudaklarında defnenin yakamozu
Teninde kor ateş volkanik dağlar misali.

Kurdun… 
Bir kurşun asker gibi kurup bıraktın beni.
Sol – sağ, sol – sağ…
Durdum.

Öyle büyük laflar etmeyeceğim,
Sev ulan yeter beni…
Arabesk gibi sev, Orhan gibi, Bergen gibi..
“Aşk” derken titresin sesim.
Tıpkı “anneciğim” der gibi…

Bak İzmir tutuştu her şeyiyle…
Çingene ruhum isyanını koydu karanlığa.
Başladı çıplak ayakla dansa.
“Ay” dansöz, yıldızlar seyirci.

Kirpiğini; bir kibrit kutusuna koydum,
Kahve içtiğimiz bardakları da çaldım.
Dudağının değdiği izmariti kıskanır oldum.

Ama biliyorum ki;
Senin kalbinde ruj lekeleri var,
Saklayamazsın ki! 
Çocuksun sen,
Otuz bir yaşında koca bir çocuk.
Kızmayacağım sana…
Hadi söndür sigaranı kalbimde,
Söndür ışıkları, söndür geceyi,
Mumlar erisin buruşmuş çarşaflardan içeriye.


Ümit MANAY

GÖKKUŞAĞI GECE ÇIKAR TANITIM VİDEOSU

Anne külotumda kan var

Ay’la yıldızların kardeş olduğuna inandığınız zamanlarda, sizi hala ninnilerin uyuttuğu yaşlarınız. Dişlerinizi fırçalayıp, yatağa girmekten nefret ettiğiniz,
Televizyonun hep açık kalmasını istediğiniz, kanepe karşısında uyuklamak, hatta uyumak istediğiniz geceler…
Masum temiz, bembeyaz bir ruha sahipken, daha erkek nedir? Kadın nedir?  Diye kafanıza soru işareti düşmediği, Ağabey ya da abla dediğimiz insanlara sarılıp gülümseyebildiğimiz günler.
Diyeceğim o ki; bazı çocuklar erken büyür.
Güvendiğiniz yetişkinler gelip, (Hatta bazen öz Anne ya da Baba) sizden çocukluğunuzu öyle canice elinizden alır ki; ne yapacağınızı bilmeden gider Ölüm baba’ya güvenirsiniz.
Sonu silinmektir suçsuz yere.
Hâlbuki daha çocuksunuzdur, seks nedir bilmez, penis, vajina’yı ayıp bilirsiniz.
Size öyle bir öğretirler ki şaşar kalırsınız.
Bir odanın içinde ya da uykunuzun en tatlı yerinizde; simsiyah bir el ağzınızı kapatır.
Sonra bilmediğiniz cisimler ruhunuza girer – çıkar, girer – çıkar…
Kapalı kapıların ardında sesinizi kimse duymaz.
Çocuk olmaktan o gün vazgeçmiş, çoktan büyümüşsünüzdür
Sonrası daha acı… öyle bir yara açılır ki içinizde, hem iltihaplı hem de merhemi hiç bulunamayan…
Çocuk anüsünüzden ya da vajinanızdan kanlar gelse de, ayıp ya kimseye söyleyemezsiniz.
Bundan sonraki yıllarınız hep korkulu geçecektir.
Cümleler ağzınıza kadar gelecek ve hiçbir zaman konuşamayacaksınızdır.
Önünüzde kocaman bir ayna, aynanın önünde siz arkanızda siyah gölgeler, anüsünüzden içeri giriyor. Tıpkı bir Stephen King romanı gibi…
Masumiyetinizi çalan kişi hiç de adil olmayan şekilde kaybolur gider bir de, yakasına yapışıp hesap soramadan, sonsuzluğa çeker gider.
Biliyorum bu yazıyı, masumiyeti çalınmışlarda, (çalmış olanlar da) okuyacak.
Belki öksüz ruhlara, çocukluğunu bir parçasını o caniden saklayabilmiş olanların yüreğine az da olsa su serpecektir.
Hep bir ağızdan dağa taşa haykırarak, belki de tanrıya bir parça sitemle, yüzleşmek…
İçinizdeki acıyı ne kadar ezebilirseniz, karşınızdaki cani o kadar küçülecektir. Ruhunuzun devliği karşısında sus pus olacaktır.
Hadım yasasını savunuyorum…
Sapıklık olan iki hemcinsin aşk yaşaması değil bir iki it soyunun bu çocukların şen kahkahalarını canice çalmak, bebek tenlerine pis ellerini uzatmasıdır.
Bu yazıyı okuduktan sonra gidin, annenize doya doya sarılın…
Yıllardır söylemek isteyip de söyleyemediğiniz bir şeyler varsa ona anlatın.
Ne yapın edin, onu ikna edin zor değil, biliyorum başaracaksınız… bakın ben başardım ve daha o gün dedim; Anne külotumda kan var.








Kusmak ve arınmak üzerine;Beyaz koma


Hepimizin bildiği ortak kelimeler var aslında, Hepimizi uyuşturmak için güzel haplar var. Her zaman bir şeylerden tiksiniyoruz ve midemiz bulanıyor, bunun sonucunda kusacak yerler arıyoruz. Tutamadığımız şeyleri ise olduğumuz yere boşaltıp bırakıyoruz. Bazen bir kâğıt bazen küçük bir tuval bazense mikrofonu kapıp var gücünle çığlık atıp bağırmak dünyaya…
Sinekleri sevmiyoruz, çünkü onlarda mide bulandırıyor, mesela faşist sinekler ve militarist sinekler. Bunlar kanatlı, uçuyorlar. Taşıdıkları mikrobu her yere bulaştırıp bizleri hasta ediyorlar.

İlk önce öyle bir virüs ki, ağzımızdan içeri giriyor, ardından bütün organlara yavaş yavaş yayılıyor önce beynimizi kemiriyor mikrop, birer zombi halini alıyoruz. Ardından duygularımızın ve vicdanımızın tek yeri olan ruhumuza yayılıyor hastalık. Ve ardından o beyaz koma…

Beynimiz olmadığı için artık birçok şeyi algılayamıyor, her şeye donuk donuk bakmaya başlıyoruz. Sonrası mı? O kadar kolay değil kurtulmak ne yazık ki!
Sonra kalbimize iniyor, kendi ırkımızdan nefret ediyoruz. Yani insanoğlu…
Koma süreci aslında işin acıtmaya başlayan kısmı, arınmaya çalıştıkça sizi daha da kıvrandırıyor. Daha da bir etkisi altına alıyor.
Daha sonrası, yani koma süreci bittikten sonra hepimiz kusmaya başlıyoruz, zorla ağzımıza tıktıkları hapları.
Süregelen nesillerimize bulaşıyor hastalığımız. Veba gibi olsa bir şey değil. Daha farklı beyaz bir ölüm bu…
Sığınaklar aramaya başlıyoruz, bizdeki virüs kimseye bulaşmasın diye…
Ama duramıyoruz ne yazık ki. Libidolarımıza yenik düşüp, kendimizden parçalar getiriyoruz dünyaya, onlara da bulaşıyor mikrop.
Sinekler hala havada oluyorlar. Havadan gelen saldırıya hiçbir canlı karşı koyamazmış, bizde karşı koyamıyoruz.

Ve o bilindik gerçek; bitkisel hayat, asıl tatlı rüyaların, umutlarımızın, sevinçlerimizin, hayallerimizin bizi buluşturduğu yer.
Aslında ölmüyor da deliriyoruz. Doktorlar her gün diyor. Siz depresyondasınız hanımefendi, siz paranoyaksınız beyefendi; şimdi o psikologlara soruyorum. Siz o sinekleri görmediniz mi yoksa?

Kendileri aslında sineklerin ta kendisi, maskeleri düşene kadar bekleyin. Madalyonun diğer yüzünü görene kadar sabredin. Bizler yani bizim neslimiz aslında delirip delirip her gün ruh göçüne maruz kalıyoruz.
Kim durduracak bu salgını bir iğne mi? Yapmayın doktor bey sol iğnem çoktan kırıldı. Artık vuramıyorum. Artık sağ sıvaz var. Sırtımızı dönelim bizleri sıvazlasınlar.
Belki içimizdeki o virüs gaz halini alırda münasip yerlerimizden çıkar.
Şimdi pencerenizi açıp bakın ne görüyorsunuz? Şimdilik günlük güneşlik, ama yarın o sinekler balımızın üstüne konduğunda hastalık tüm ülkeye yayılacak, hepimiz komaya girip teker teker ruhani intiharlarımızı gerçekleştireceğiz.
Kimimiz yine sokak başı, ev konsolu demeden kusacak bir yerlere, kimileri de kustuğu yerlere belki de bir daha kusmayacak.

Gözlerimizi kapayalım, vazifemizi yapalım!
Bence yapmayalım. Bırakalım kendimizi o komanın rahatlığına, eğer ölmez de kurtulursak işte o zaman tüm sinekler ölmüş olacak.


Ümit Manay

DENİZKIZI İLAHİSİ


İçimde açılan o büyük kapıya son kez gözlerimi kapatıp dayanmak istiyorum,
Kapalı kapıları açmak ya da aralamak adına…
Sonsuzluğa akan bir şelalenin altında yıkanıyorum.
Ruhumdaki kirler tanrının yüreğine akıyor arınmak adına.
Tarifsiz bir şey bu;
Dokunmak gibi, hissetmek gibi…
Avuçlarını bir tennure ’ye bağışlamak.
Haddim yok. Her yerim denizkızlarının sürdüğü tuz parfümü.
Çağırıyorum onları…
Gel! Zindandayım, Karanlıkta… Gün ışığına, balıklara öyle hasretim ki!
Üniformalılar köyümüzü insanlara açtılar. Balıkları yakalayıp kızgın yağlara attılar.
Vahşet bu! Katliam…
Doğa Anne intikam alacak, sinirleri bozulunca toprak kalbi hızlı atar onun.
Depremler olacak… içine çekecek insanları…
Okyanusları ayaklandıracak, sular yutacak onları.
Bağışla beni Anne; ben âşık oldum.
Güvenmemeliydim onlara.
Su çok az kaldı pullarımın arasında, öleceğim…
Son şarkım bu; son ilahi dua Babama.

Ümit MANAY

KIRMIZI İSYAN


Her şey 28 mayıs gecesi arkadaşım Arzu’nun Hayko Cepkin’in  Jolly Jokerdeki “Heavy Time” konserine bilet almasıyla başladı.
Kırmızı grubu bana sürpriz olmuştu. Gecikmeden konser mekânına geçtik ve o kızları ilk kez orada dinleme fırsatı buldum.
Albümlerini hiç dinlememiş biri olarak, şarkılara yabancı şekilde sahnelerinin sonuna dek izledim.
Albümdeki bütün parçaları çaldıktan sonra, iki de cover çaldılar biri “Pantera – Walk” diğeri ise; Marilyn Manson – Sweet Dreams”
İtiraf etmeliyim ki Rock müzikte uzun zamandır yeni bir kadın vokal dinlemiyordum; İdil Çağatay’ın başarılı bir rock vokali olacağına inanıyorum.
Daha ben çocukken bu ülkede bu kadar sert müzik yapılamıyordu maalesef ki! Özlem Tekinlerle, Şebnem Ferah’larla büyümüş biri olarak rock müziğin; son on yılda ciddi bir kabuk değiştirdiği gerçeğini özümsemiş bulunuyorum.
Ayrıca KIRMIZI grubunun Hard rock ya da alternatif tarzdan çok Heavy Metal’e yakın bulduğumu da söylemek isterim. Gerek parçalardaki gitar akorları gerek vokalde yer yer çıkan scream ler.
Beni böyle düşünmeye itti.
Kırmızı’nın İsyan adını verdiği albümde 8 parça bulunuyor…
Açılışı Hayko Cepkin’in konuk olduğu, Çekilin Başımdan isimli parça yapıyor, gerek sözlerle, gerek ritmiyle bu parça favorilerimden biri. diğer favorilerim ise sırasıyla şöyle; Albümün ismini taşıyan İsyan, Elveda, Geri(Kaypak) ve İdil’in babasına yazdığı Uyan.
Diğer parçalar ise; Azad Et, Kimsin Sen ve Vazgeçmem Asla.
Albümün kapağına gelecek olursak; İdil’in elinde tuttuğu çivili ve kanlı elma, Ademliğe bir başkaldırı gibi,
Ben kadınım ve kolay lokma değilim dercesine, dinleyicisine uzatıyor elmasını.
Bu ülkede kadın olmanın zor olduğunu bir kez daha hatırlatıyor bize.
Arka plan da duran kızlar ise; beyaz tenleri ve kıyafetleriyle, ölümden sonra dirilişi simgelediğini düşündüm. sanki intikam için geri dönmüşler gibiler.
Albüm kapak tasarımını; Dilek Keleş üstlenmiş. Prodüktörlüğünü ise; gruptan İdil Çağatay ve Aslı Polat yapmış.
Kısacası albüm pek sade ve nahoş bir albüm değil. Her parça karnınıza bir yumruk gibi iniyor. Kafanızda bir nevi flaş etkisi yapıyor.  Hala kabuklarınız varsa bu albüm size silkelenmeniz için iyi bir fırsat! İçinizdeki “Lilith” ateşini yakmaya hazırlanın.
Dünya dediğimiz cehennemin gerçek soluğunu biraz daha hissetmek için albümü alıp dinleyin.
Şayet ki ülkemizde böyle projeler olmuyor.
5 kızımızı da tebrik ediyorum. Böyle bir projeye hem imza attıkları hem de ön ayak oldukları için.
Eğer ayakta kalıp bu ülkeye kendilerini kabul ettirebilirseler sayılı isimlerden olacaklarına inanıyorum.
Daha nice “kadınca” rock albümlerine…

CİHANGİR ÇİFT TARAFLI AHİRET

Kazanılmış nefretlerin övüncü
Korkak; nefessiz…
Birşeyleri unutmak istercesine,
Aynı semtte gidip geliyorum.
Cihangir çift taraflı bir ahiret;
Arka yüzü cehennem, ön yüzü cennet.
Peydahlanmamış her çocuk hotel odalarında kalıyor.
Kan kokusu bulaşıyor çarşaflara…
Sokaklar cinayetleri kusuyor,
Kusuyor yalnızlıklarını istiklale kadar.

Pencereden aşağı bakıyorum,
Ben de kusuyorum boğaza kadar.
Yol boyu martıları, deniz analarını kusuyorum grimsi.
Ece Ayhan’ı, Orhan Veli’yi ve kusuyorum İlhan Berk’i Pera sıyla.

Bedenlerle örülü bir mezarlıkta uyuyorum, korkuyorum, ürküyorum.
Ne kadar susarsak o kadar yaşayacağız.
Ve aslında susarak da var gücümüzle haykıracağız onlara.
Aşk; her şeyden kaçıp cihangire saklanmış olabilir mi?
Bence burada, bir tinercinin gözünden bakıyor şuh binalara.

Ümit MANAY

KENTLERİ KİBRİT KUTULARINDA BİRİKTİRMEK

Umay Umay'a


Bir çeşit lanet geziyormuş bizim omzumuzda, adına aşk diyorlarmış,
Biliyorum ki sen sırf bu yüzden lunaparkları ateşe vermişsin.
Korkuyorum Umay...
Bu ülkeden, kol gezen aşklardan korkuyorum, biri yine kuyruk sokumuma bir çocuk bırakacak diye ölesiye korkuyorum.
Bizi hep ürkütmüşler, dayak yemişiz.
Ama sırf yalanlarımdan öpmek için beni, geri döneceklermiş.
Dönsünler ben yine aynı özgürlük türküsünü söyleyeceğim memleketimin dağlarında.
Mektup yazamıyorum ben, kalemimi kırdılar, kâğıtları saklamak istedim, hepsini penceremden attılar.
Ben kendi günahlarımın bedelini yalnızlıkla ödüyorum.
Ve sol göğsünün tam ortasına kırmızı bir hıçkırık konduruyorum.
Anneme bile seni anlatıyorum saatlerce, sonra sigara yakıyorum.
Cümlelerim ilk defa beni köşeye sıkıştırdı. Hikâyelerden deli gömleği giymiş gibiyim.
Martılar ve cihangir sokaklarında, bazende bir bar taburesinde…
Ben seni özlüyorum Umay.

Ümit MANAY

SANSÜR,İTLER VE CESETLER

Kürtçe bir şarkıydık,
Çalınması, söylenmesi yasaklanmış.
Dayak yerdik, beraber olursak!
Bir göl kenarında boğulmuş buldular aşkımızın cesedini.
Katillerin kimlikleri faili meçhul,
Görüntüleri siluetti.

Zorla ayırdılar bizi,
Bir sızı, bin küfür eşlik etti yolculuğuma.
Biliyorum, yine geçecektim o yoldan ben,
Yine açık et pazarında binlerce kokuşmuş ceset,
Bebek tenimi okşayacaktı.
Daha az ilerde, kana susamış itler,
Damarlı gözlerini benim üzerime dikip,
Salyalarını akıtacaktı ayaklarımın dibine.

Suskundu gece, ölen aşkımıza ağlarken,
Bir yandan da saydırıyordum, dişlerimi sıka sıka,
Öyle bir sıktım ki dişlerimi, gözlerimden kan geldi.
Sonra dedim ki;
Bana diş bileyen siz Ey! köpekler ve çürümüş cesetler…
Tırnaklarım çıkana kadar bekleyin,
Bekleyin de görün;
Neymiş yüreğe atılan derin tırnak izleri.

Ümit MANAY

GÖKKUŞAĞI GECE ÇIKAR (VASİYET)

Ben tam yirmi dört yaşındayım.
Buse nin öldürüldüğü caddede,
Katillerin kanını içerek kutluyorum doğum günümü.

Tam on sekiz yerimden bıçakladılar beni,
Kestiler boğazımı…
Sol bileğimi kestiler, sol gözümü, sol ayağımı…

Yirmi dördümü sevdim en çok
Sonbaharın buruk kokusunu,
Gözyaşlarımı sevdim,
Gelip birinin onları silebilme ihtimalini.

Gökkuşağı gece çıkar, onlar bilmezlerdi.
Saat karanlığı beş geçe,
Gökyüzünde süzülen kargalar,
Mırıldanırdı bozuk bir ilahiyi.
Derlerdi ki! “Şimdi katletme vakti”

Ölürsem;
Ya bir sübyanın kahkahasına,
Ya da bir ibnenin gözlerine,
Kürtçe ağıtlarla, alevi feryatlarıyla gömün beni.
Ve anarşinin bayrağını örtün üzerime.

Ümit MANAY

Copyright © 2012 Ümit Manay | buradan yapılacak alıntılarda kaynak gösterilmesi ahlak kurallarına uygun olacaktır. ツ | Tasarım: Urangkurai